EY FATİH ALTAYLI!

Sen sadece bir şahıs değil; İslam’a karşı içten içe savaş açmış, fakat bunu “vicdan”, “özgürlük”, “sanat” gibi perdelerle kamufle eden bir zihniyetin kalemisin.

Senin kalemin,
Gazze’de akan kanı değil,
konseri iptal edilen bir İsrailli sanatçının “mağduriyetini” manşet yapacak kadar magazine çalışan;
soykırıma sağır, sahneye duyarlı;
mazluma değil, zâlime hassas bir kalem.

Çünkü senin terazinde zulmün ağırlığı değil, mazlumun kimliği belirleyici!
Ve eğer o kimlik “Müslüman”sa, senin kalemin ona göre strateji belirler!
Senin kalemin adaleti yazmaz; kimlik kontrolü yapar.
Zulmü tartmaz, mazlumun başörtüsünü suç delili gibi inceler.

Senin kalemin, molozların altındaki bebek çığlıklarına karşı sağır; ama o çığlıkları duyurmak için Linet’i protesto eden, zulme kafa tutan yüreklere karşı duyarlı!…

Senin vicdan terazinde zulmün şiddeti değil, mazlumun pasaportu tartılır.
Eğer o pasaport bir müslümana aitse, senin kalemin mürekkep yerine bahane üretir!
Senin adalet anlayışın evrensel değil, seçicidir.
Mazlum gayrimüslimse manşettesin; Müslümansa üç maymunu oynarsın!
Zulmün rengine bakmazsın sen; mazlumun inancına bakarsın!
Eğer Müslümansa, onun çığlığı sana sadece “rahatsız edici gürültü” gelir.

Senin kalemin adaletin değil, algının hizmetkârıdır.
Mazlum İslam’ı temsil ediyorsa, algı üretirsin. Çünkü mazlumun yanında durmak, efendilerinin yanında sana prestij kaybettirir!
Senin kaleminde vicdan yok, algı mühendisliği var.
Mazlumun adı “Muhammed veya Hatice” olunca senin kalemin titrer; ama “Yorgo veya Linet” olsaydı, manşetin hazırdı!

Eğer bu zulüm bir ateiste, bir Hristiyan’a, bir Batılı’ya, bir LGBT aktivistine yapılsaydı…
Eminiz ki senin ekranların yıkılır, köşelerin kan ağlar, sözlerin ateş olurdu!
Ama söz konusu Gazze olunca senin kalemin sanki mürekkebini yitiriyor…

Neden? Çünkü senin itirazın zulme değil; senin itirazın sadece İslam’a ve Müslümanlara…
Dünün MGK borazanı, bugünün özgürlük havarisi kesilen ses sensin!
28 Şubat’ta başörtülülere ağız dolusu hakaret eden,
dünün yasakçı paşalarına selam duran,
bugün demokrasi vaazı veren…
Evet, sensin!

Linet için döktüğün o sözler var ya…
Onlar gazetecilik değil;
Kalemine çektirdiğin makyajın akmış hâli!

Bir halk bombalar altında inliyor.
Bir şehir moloz yığınına dönmüş.
Binlerce bebek, henüz “anne” diyemeden kefene sarılmış.
Sen, bir sanatçının protesto edilmiş konforunu “bu haksızlık” diye çarpıtmakla meşgulsün!
Bravo Altaylı!
Zulmün tanımına yeni bir paragraf daha ekledin:
“Konseri protesto edilen sanatçı dramı!”

Ve şimdi asıl meseleye gelelim:
Sen ne dedin?
“İt sürüsü” mü?

Sen kim oluyorsun da ölen binlerce masum bebeğin çığlığını duyurmaya çalışan “Adâletin yürüyen sancaktarları”na bu hakareti reva görüyorsun?
Asıl “it sürüsü” kim, onu bilmek istiyorsan aynaya bak!

İt sürüsü kim biliyor musun?
Gazze haritadan silinirken susanlar,
Sus payı alıp soykırımı meşrulaştıranlar,
Linet’i savunacağım diye mazlumun çığlığını omzunda taşıyan vakar neferlerine saldıranlar,
Zulmün sırtına yazı yazan serdengeçtilere havlayanlar,
Zalimin masasında kırıntı kovalayan kiralık kalemler,
Ve mazlumun gözyaşını bayrak bilip kıyâma kalkan gençlere hakaret eden medya haşereleri…
İşte gerçek it sürüsü onlardır!

Ey Altaylı!
Senin o ekranlara döktüğün kibir, merhameti boğdu.
Ama bil ki:
Senin hakaretin bize nişandır!
Çünkü ne zaman Aslanlar ortaya çıksa,
itler havlamaya başlar!

Şimdi söyle bize Altaylı:
Gazze’de paramparça olan bebekler için hangi yazında kalem oynattın?
Hangi köşende Netanyahu’ya tek kelime ettin?
Hangi programında soykırımın adını zikrettin?
Yoksa senin kelime dağarcığında “soykırım” yok da, sadece Müslümanlara “hakaret” mi var?

Senin adalet terazinde bir şarkıcının gözyaşı, yüz binlerce mâsumun kanından ağır geliyorsa…
Senin tarafsızlık iddian, vicdanını paraya satanların yazdığı bir medya masalıdır.
Zalimin zulmünü meşrulaştırmak için uydurulmuş bir kılıftır.

Senin tarafsızlık iddian, sadece zulmün siyah rengini beyaza boyamak için icat edilmiş bir yalandır.
Mazlumun çığlığını kısmak, zalimin katliamını süslemek için kullandığın sahte bir maskedir.
Senin tarafsızlık iddian, toprağa düşen binlerce masum bebeği görmezden gelip, İsrail’in imajını parlatan bir medya muskasıdır.

Ey Altaylı!
Vicdan terazisi şaşmış kalem sahiplerinin, zalimle mazlumu karıştırdığı bu çağda,
sen bir ekran münafıklığının portresi oldun!
Mazluma sırt çevirip, zalimin makyajını tazeleyen bir ekran maskarası oldun!

Ey ekranların “haddini aşan sesi”!
Sen ekranı kirletmeye devam et…
Biz de kalpleri arındırmaya devam edeceğiz!

Sen efendilerinin verdiği kemiklerle avut kendini…
Biz adaletin sesiyle dirilteceğiz kalpleri!

Senin ekranın, İslam düşmanlarının fonladığı dövizlerle yanar…
Bizim kalemimiz mazlumun duasıyla parlar!

Ve bil ki Altaylı:
Hakikati susturamazsın!
Sadece kendi vicdanının sesini biraz daha derine, biraz daha karanlığa gömersin;
ve orada yankılanan sessizlik, bir gün kulaklarını parçalayacak!

Hakikati susturamazsın.
Sadece vicdanının çırpınan sesini derin bir kuyuya atarsın;
ve o kuyunun dibi, bir gün seni yutacak!

Hakikati susturamazsın Altaylı!
Ancak kendi vicdanının çığlığını bastırır, onu kalın duvarlar ardına hapsedersin;
ama bil ki o ses, bir gün o duvarları yıkıp üzerine çökecek!

Evet, Hakikati susturamazsın.
Sen yalnızca, içine haykıran hakikat sesini bastırmak için vicdanına beton dökersin;
ama unutma, o beton bir gün çatlayacak ve altında gömdüğün hakikat yeniden yükselecek!

Ve o gün geldiğinde,
Sana kemik atan efendilerin kaybolacak,
bizzat inşa ettiğin algı imparatorluğu yıkılacak;
sen de kalemini sattığın yalanlar mezarlığına gömüleceksin!

Ve hakikatin sesi, mezar taşına yazılan şu cümle olacak:
“Çarpıttığı her zulüm, onun sonu oldu; onu adım adım boğdu!”

Kadir Bekil

İSLAMİ HABER “MİRAT”  -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

Başa dön tuşu