Seyyid Hasan Nasrallah’ın Türbesi Direniş Aşıklarının Ziyaretgahı Oldu

Rasthaber – Seyyid Hasan Nasrallah ve onun değerli yoldaşı Seyyid
Haşim Safiyuddin’in türbesi, direnişe inananların buluşma ve ziyaret
noktası haline geldi. Öyle ki direniş cephesine ve dünya özgürlük
savunucularına ilham kaynağı olmaya başladı…
Hizbullah’ın bilge ve kararlı lideri Seyyid Hasan Nasrallah,
hayatı boyunca zulme ve saldırılara karşı direnişin ve kararlılığın bir
sembolüydü.
Eylül 2024’te gerçekleşen hain bir saldırı sonucu şehit
olmasının ardından, şimdi onun türbesi direnişin destekçileri için bir
ziyaretgaha dönüştü. Bu mekân, yalnızca bu büyük şehide saygı
duruşunda bulunmak için değil, aynı zamanda direniş cephesinin tüm
kollarını birbirine bağlayan bir merkez olarak görülüyor.
Bu türbe manevi atmosferiyle, dünyanın dört bir yanından
direnişe inanan ziyaretçileri her gün ağırlayacak. Buraya gelenler, Seyyid
Hasan Nasrallah’a ve onun yüce ideallerine olan sevgi ve bağlılıklarını ifade
edecekler. Türbesi, direniş yoluna olan bağlılığı yenilemek ve zulme karşı
durma kararlılığını pekiştirmek için bir merkez haline geldi. Burası,
özgürlük ve adalet âşıklarının kalplerinin birleştiği ve güç aldığı
bir nokta olacak.
Ayrıca, Şehit Seyyid Haşim Safiyuddin’in Deyr Kanun
en-Nahr’daki türbesi de bundan böyle direniş inancına sahip olanların
buluşma noktalarından biri olacak. Onun dostları ve silah arkadaşları, burada
bir araya gelerek şehitlerin yoluna ve direnişin ideallerine olan
bağlılıklarını bir kez daha vurgulayacaklar. Tıpkı Seyyid Hasan Nasrallah’ın
türbesi gibi, bu türbe de direnişin, fedakârlığın ve özgürlük yolunda
mücadelenin bir sembolü olacak.
Seyyid Hasan Nasrallah, 31 Ağustos 1960 tarihinde Burc
Hammud bölgesinde, Beyrut’un doğu banliyösünde dünyaya geldi. Dindar bir
ailede yetişti ve genç yaşlardan itibaren dini ilimlere ilgi duydu. 1976
yılında, 16 yaşında dini eğitim almak için Irak’ın Necef kentine gitti ve
buradaki İslami İlimler medresesinde eğitim aldı.
Lübnan’a döndükten sonra Emel Hareketi’ne katıldı ve 1982
yılında, İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesiyle, silah arkadaşlarıyla birlikte
Hizbullah’ı kurdu.
16 Şubat 1992’de Seyyid Abbas Musevi’nin şehit edilmesinin
ardından, 32 yaşında Hizbullah Genel Sekreteri olarak seçildi.
Onun liderliği döneminde, Hizbullah bölgedeki güçlü
bir hareket haline geldi ve İsrail’in saldırılarına karşı önemli başarılar
elde etti. Bunlardan en önemlileri, 2000 yılında Güney Lübnan’ın
kurtarılması ve 2006’daki 33 Gün Savaşı’nda İsrail’in saldırılarına karşı
direniş göstermesiydi.
Seyyid Hasan Nasrallah, 27 Eylül 2024’te İsrail’in hava
saldırısında şehit oldu. Naaşı, Beyrut’ta görkemli bir törenle defnedildi
ve bugün direnişin aşıkları için bir ziyaretgaha dönüşen türbesine
defnedildi. Bu büyük ve kararlı liderin hatırası, dünya özgürlük
savaşçılarının kalbinde daima canlı kalacak ve türbesi, gelecek nesillere
ilham veren bir direniş ve azim sembolü olmaya devam edecektir.
Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti asla sıradan bir olay
değildi ve direniş eksenindeki herkes, bunun direniş cephesi için büyük
bir kayıp olduğunu kabul ediyordu. Ancak düşman ve onun bölgesel ve
küresel müttefikleri, bu kaybı istismar ederek olayın yanlış ve eksik bir
anlatımını sunmaya çalıştılar. Aslında, şehit Hizbullah Genel Sekreteri’nin
büyük başarıları ve direniş cephesinin “Aksa Tufanı” savaşının
başlangıcından bu yana elde ettiği kazanımlar, sahnenin eksiksiz ve doğru
bir resmini oluşturuyordu.
Bu gerçek, birçok dönüm noktasında ve farklı
aşamalarda, direnişin dengelerinin sarsılmaz ve sağlam olduğunu ve Seyyid
Hasan Nasrallah gibi büyük bir liderin kaybının bile bu denklemleri
değiştiremeyeceğini gösterdi. Düşman, psikolojik savaş yürüterek ve bu
kaybı önceki kazanımlarla ilişkilendirmeye çalışarak, “Şehit
Nasrallah’ın gidişiyle her şeyin sona erdiği” sonucuna varmak
istiyordu. Ancak gerçek şu ki, bu kayıp kazanımlar ve sahadaki gerçeklikten
tamamen bağımsızdı.
Şehit Genel Sekreter Nasrallah da bu gerçeğin farkındaydı
ve direnişin başarılarını hiçbir zaman tek bir kişiye veya lidere bağımlı
olmayacak şekilde inşa etmeye çalışıyordu. Bu durum, Seyyid Hasan
Nasrallah’ın şehadetinden sonra Lübnan direnişinin Filistinli gruplara
desteğini sürdürmesinde açıkça görüldü.
Direnişin Filistinli gruplara desteği yavaşlamadığı
gibi, işgal altındaki Filistin’in derinliklerine yönelik saldırılar da
azalmadı. Son savaşta düzenlenen suikast operasyonları, birçok resmi orduyu
bile krize sokabilecek kadar büyük ve yoğundu. Hizbullah’ın saldırıları,
hiçbir şeyin değişmediğini gösteren bir kararlılıkla sürdü.
Aslında, direniş cephesinin ana hedefleri – Gazze
Şeridi’ni desteklemek, işgal altındaki Kuzey Filistin’de yerleşimcilerin
dönüşünü engelleme denklemini korumak, direnişin askeri operasyonlarını
durdurmamak ve Lübnan’ı savunmak – tüm gücüyle devam etti.