“Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben o’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca o’na tevekkül etmelidirler”

“Bana etrafınızın çepeçevre kuşatılması dışında, onu ne olursa olsun mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye kadar, onu sizinle asla gönderemem.” dedi. Böylelikle Ona onlar kesin bir söz verince dedi ki: “Allah, söylediklerimize karşı vekildir.” (Yusuf-66)
Ve dedi ki: “Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiç bir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler.” (Yusuf-67)
Yani Allah adına bağlayıcı bir yemin edeceksiniz ki, küçük kardeşinizi mutlaka bana geri getireceksiniz. Bu yemininizin geçersiz sayılabilmesi için hep birlikte bir çıkmazın ağına düşmeniz, oradan çıkmanın hiçbir yolunu bulamamanız, kardeşinizi savunmanızın hiçbir yarar sağlamayacağı bir belaya uğramanız gerekir. Ayetin o bölümünü bir kez daha okuyalım:
“Hep birlikte ölüm çemberine düşmedikçe…”
Bu cümlecik, “bütün çıkış yollarının yüzlerine kapanması” anlamına gelen kinayeli bir ifadedir. Hz. Yakub’un oğulları babalarının koştuğu bu yemin etme şartını yerine getiriyorlar. Devam ediyoruz:
“Oğullarının, istediği güvenceyi vermeleri üzerine dedi ki; `Bu söylediklerimize Allah vekildir.”
Böylece vurgulamayı ve pekiştirmeyi güçlendirmiş, katmerlendirmiş oluyordu.
Hz. Yakub istediği güvenceyi aldıktan sonra oğullarına, sevgili yavrusu ile birlikte çıkacakları bu yolculuk hakkında aklına gelen, içine doğan bazı öğütler vermeye girişiyor.
FİZİLALİL KUR’AN
Hz. Yakub’un (a.s) oğullarının bu seyahatiyle yakından ilgilenişi, en küçük oğlu Bünyamin’in de onlarla birlikte gitmesi yüzündendi. Onun güvenliğinden endişe duyuyordu zira daha önce oğlu Yusuf hakkında acı bir tecrübe geçirmişti. Tabiatiyle yüreği, sevgili oğlunu bir daha hiç göremeyeceği kuşkusuyla doluydu. Evet, Allah’a güveni sonsuzdu, O’nun iradesine sabırla teslim olurdu; ne ki bir beşer olarak oğullarına bazı ihtiyat tedbirleri almalarını tavsiye etmek durumundaydı. Kente ayrı ayrı kapılardan girmek gibi bir ihtiyat tedbirinin anlamını kavramak için, o dönemin siyasi şartlarına bir göz atmamız gerekecek. İsrailoğulları bağımsız kabileler olarak Mısır’ın doğu sınırında yaşamaktaydılar ve sınır yakınındaki diğer kabileler gibi göz altındaydılar. Bu yüzden Hz. Yakub (a.s) eğer kente grup halinde girerlerse kuşku çeken bir çete olarak değerlendirilebileceklerinden korktu. Hele hele bir kıtlık döneminde cezbedilecek kuşku rahatça tahmin edilebilirdi. Zaten Mısır’da birkaç hadisenin oluşturduğu bir tedirginlik vardı, tutup onları da bir soyguncu çete olarak niçin değerlendirmesinlerdi?
TEFHİMUL KURAN