Dünden bugüne Hizbullah’ı silahsızlandırma çabalarının tarihi

Wassim Mroueh | Middle East Eye | Tercüme: Mepa News
Hizbullah’ın kısa süre önce cephaneliğini Lübnan devletine teslim etmeyeceğini açıklaması, hareketin silah bırakmaya şiddetle direndiği birkaç dönüm noktasını hatırlattı.
Geçtiğimiz birkaç ay boyunca Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, İsrail Lübnan topraklarını işgal etmeye devam ettiği sürece hareketin silahlarını muhafaza edeceğini defalarca vurguladı.
Bununla birlikte, Ağustos ayında, silahlar üzerinde bir devlet tekeli kurulması yönünde artan ABD ve Arap baskısı karşısında, Lübnan hükümeti orduyu yıl sonuna kadar bu hedefe ulaşmak için bir plan hazırlamakla görevlendirdi.
Bu hamle, eski lider Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ve üst düzey askeri liderliğinin büyük bir kısmının kaybedilmesiyle sonuçlanan İsrail’le yıpratıcı bir çatışma sürecinin ardından büyük ölçüde zayıflamış olan Hizbullah üzerinde önemli bir baskı oluşturdu.
Kasım ayı sonlarında savaşın sona ermesinden bu yana Hizbullah, hem ateşkesten bu yana İsrail’in hala işgal altında tuttuğu beş bölgeyi kurtarmak hem de İsrail’in devam eden hava sahası ihlallerini, insansız hava aracı saldırılarını ve gelecekteki potansiyel tehditleri caydırmak için silahlarının gerekli olduğunu savunuyor.
1982 yılında, büyük ölçüde İsrail’in Lübnan’ı işgaline tepki olarak kurulan Hizbullah, Mayıs 2000’de İsrail birliklerini ülkenin güneyinin büyük bölümünden çekilmeye zorlayan geniş ölçekli bir gerilla savaşı yürüttü.
Bu çalışmada hareketi silahsızlandırmaya yönelik önceki girişimleri ve bazen siyasi baskı ve güç kombinasyonuyla bunlara nasıl direndiği inceleniyor.
1986: Üçlü Anlaşma
Hizbullah’ın Lübnanlı yetkililerin silahsızlanma çağrılarını ya da girişimlerini reddetmesi Ocak 1986’ya, hareketin kamusal olarak ortaya çıkmasının üzerinden bir yıldan az bir süre geçmesine dayanmaktadır.
Lübnan’daki iç savaşın (1975-1990) ortasında Hizbullah, herhangi bir barış anlaşmasının kendisini silahlarını devlete teslim etmek zorunda bırakacağından korkuyordu. Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Lübnan’a asker yerleştiren Suriye, çatışmaların sona erdirilmesi için neredeyse her girişimde yer aldı.
Bu girişimlerden biri de 28 Aralık 1985 tarihinde Şam’da Şii Emel Hareketi lideri Nebih Berri, Dürzi İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbolat ve Hıristiyan Lübnan Güçleri milislerinin komutanı Elie Hobeika tarafından imzalanan Üçlü Anlaşma’ydı.
Anlaşma, Lübnan’ın başlıca mezhepleri arasında iktidarın yeniden paylaştırılmasını ve tüm silahlı hareketlerin silahsızlandırılmasını öngörüyordu.
Hizbullah anlaşmaya şiddetle karşı çıktı ve o dönemde üst düzey bir yetkili olan Hasan Nasrallah şu açıklamayı yaptı: “Silahlarımızı teslim edeceğimizi düşünenlere bunu yapmayacağımızı söylüyorum.”
Aynı yılın başlarında, Ağustos 1985’te yaptığı bir konuşmada, daha sonra hareketin genel sekreteri olacak olan üst düzey Hizbullah din adamı Abbas Musavi şunları söyledi: “Lübnan krizini çözmek için önerilen tüm çözümler bu bölgedeki [halkı] silahsızlandırmayı amaçlamaktadır.
“Araplara, partilere ve mezheplere şunu söylüyoruz: Önce Kudüs’ü özgürleştirmelisiniz ve ancak ondan sonra insanlardan silahlarını bırakmalarını isteyebilirsiniz.”
Üçlü Anlaşma, imzalanmasının üzerinden üç hafta geçmeden Hıristiyan kampındaki bir isyanın Hobeika’yı devirmesiyle nihai olarak ölü ilan edildi.
1988: Şii güç mücadelesi
Hizbullah’ın silahlarına yönelik bir sonraki tehdit, o dönemdeki Şii rakibi olan ve güney Lübnan’daki silahları tekeline almaya çalışan Emel Hareketi’nden geldi.
Suriye’nin desteğiyle Emel, 1988 baharında Hizbullah’ı bastırmak için hamle yaptı ve hareketi hem güney Lübnan’da hem de Beyrut’un güney banliyölerinde hedef aldı. Emel, artık güneyle sınırlı olan İsrail işgaline karşı herhangi bir silahlı operasyonun sadece kendi otoritesi altında yürütülebileceği konusunda kararlıydı.
Ancak Hizbullah, silahlarını elinde tutmakta ve güneyde eylem özgürlüğünü sürdürmekte ısrar ederek teslim olmayı reddetti.
Çatışma, iki hareket arasında güney Lübnan ve güney Beyrut’ta üç yıl süren aralıklı çatışmalara dönüştü.
Ancak Hizbullah’ın cephaneliğini elinde tutmasına ve İsrail ordusuna karşı silahlı faaliyetlerine devam etmesine izin veren Suriye-İran arabuluculuğundaki bir anlaşmadan sonra sona erdi.
1989: Taif anlaşması ve Hizbullah’ın ayrıcalığı
Ekim 1989’da, daha önceki Üçlü Anlaşma’da olduğu gibi, Hizbullah Taif Anlaşması’nın hükümleri karşısında alarma geçti.
Lübnanlı milletvekillerinin Suudi Arabistan’ın Taif kentinde üç hafta süren müzakerelerinin ardından varılan anlaşma, ertesi yıl Lübnan’daki iç savaşı sona erdirdi.
Suriye ve Suudi Arabistan’ın aracılık ettiği anlaşma Lübnan’ın siyasi sistemini yeniden dengeledi: Güçlü Maruni cumhurbaşkanının yetkilerini Sünni başbakan ve Şii meclis başkanı lehine elinden alırken, parlamento ve kabine koltuklarını da Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşit olarak paylaştırdı.
Taif ayrıca Lübnan’daki tüm Lübnanlı ve Lübnanlı olmayan silahlı grupların parlamento tarafından onaylanmasından itibaren altı ay içinde silahsızlandırılması çağrısında bulundu.
Hizbullah bunu reddetmiştir.
Kasım 1989’da Hizbullah’ın üst düzey yetkilisi Şeyh Muhammed Yazbek anlaşmayı “İsrail’le savaşmak için kullanılan silahlara el koymayı amaçladığını” söyleyerek kınadı.
Aynı tarihlerde Hizbullah’ın gazetesi Al-Ahd 27 Ekim’de Taif’in “direnişin fiilen yok edilmesi ve işgalin kutsanması için bir başlangıç teşkil ettiği” uyarısında bulundu.
Ancak Lübnan’daki diğer tüm silahlı gruplar anlaşma uyarınca ağır silahlarını teslim ederken Hizbullah, İran ve Suriye’nin İsrail’in güney Lübnan’daki işgal birlikleri üzerindeki askeri baskıyı sürdürmek istemesi nedeniyle cephaneliğini korumayı başardı.
Bu durum, Suriye’nin Taif’in uygulanmasını kendi şartlarına göre denetlemesi için Washington ve çoğu Arap devletinden yeşil ışık almasından sonra daha da mümkün oldu. Bunun karşılığında Şam, Ocak 1991’de başlatılan Çöl Fırtınası Operasyonu’nda Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak için ABD liderliğindeki uluslararası koalisyona katılmayı kabul etti.
Zaman içinde Hizbullah Taif Anlaşması’na karşı muhalefetini giderek yumuşattı.
2008: 14 Mart ve Hizbullah’ın kırmızı çizgileri
Suriye ordusunun Nisan 2005’te Lübnan’dan çekilmesinin ardından Hizbullah’ın silahları konusu Lübnan siyasetinde ve toplumunda hızla ayrıştırıcı ve tartışmalı bir konu haline geldi.
Suudi yanlısı ve Batı destekli 14 Mart koalisyonu, hareketin cephaneliğini Lübnan devletine teslim etmesi için bir baskı kampanyası başlattı.
Başbakan Fuad Siniora’nın 14 Mart hükümetinin Hizbullah’ın askeri kanadı tarafından kullanılan özel telekomünikasyon ağını dağıtmak için harekete geçtiği 2008 yılında gerilim zirveye çıktı.
Hizbullah buna Batı Beyrut’un büyük bir bölümünü ve Lübnan Dağı’ndaki bölgeleri ele geçirerek karşılık verdi ve 14 Mart yanlısı grupla günlerce süren ve yaklaşık 80 kişinin öldüğü silahlı çatışmalara yol açtı.
Nasrallah 8 Mayıs 2008 tarihinde düzenlediği basın toplantısında “Kaynağı ne olursa olsun direnişin silahlarını hedef alan eli keseceğiz” dedi.
Hükümetin aldığı kararların Hizbullah’ın tüm kırmızı çizgilerini aştığını ve “silahların silahları korumak için kullanılacağını” da sözlerine ekledi.
Şiddet olayları Siniora hükümetini kararından geri dönmeye zorladı. Kriz iki hafta sonra Hizbullah ve müttefiklerine hükümette veto yetkisi veren Doha Anlaşması ile sona erdi.
O tarihten bu yana, geçen ay yapılan oturuma kadar hiçbir Lübnan kabinesi benzer bir girişimde bulunmadı.
Kaynak: Mepa News