Arap rejimleri Gazze’nin yok olmasının ardından İsrail ile normalleşmeyi planlıyor

Lamis Andoni | New Arab | Tercüme: Mepa News
Siyasi ya da hukuki analizlerden kaçınarak Gazze’de olup bitenleri kelimelere dökmeye çalışırsak şu sonuca varırız: Bir canavar bütün bir halka karşı yok etme savaşı yürütüyor.
Elinde tükenmek bilmeyen son teknoloji silahlar olmasına rağmen bununla yetinmiyor ve kurbanlarına sıkı bir kuşatma uygulayarak yavaş ve acı verici bir ölüm yaşatmak için ölümcül cephaneliğine eski bir taktik olan aç bırakmayı da ekliyor.
Dünya canavarla yüzleşmek yerine, kurbanlarına birkaç parça yiyecek vermesi için ona yalvarıyor, distopik koşullarını kolayca kabul ediyor ve kasıtlı olarak aç bırakılan ve yok edilenler sanki çok uzak ve ulaşılması zor bir bölgede kuraklıkla karşı karşıyaymış gibi davranıyor. Aynı anda dünya, onayını almak için can attığı katilin kimliğini bilmiyormuş gibi davranıyor.
İnsanlık üzerinde silinmeyecek bir leke
Gazze halkı kendi hikayesini anlatmak için en iyi konumda olsa da, başarılı olamayacak olsam da utancımızın büyüklüğünü açıklamak istiyorum.
Bu utanç asla yok olmayacak, sadece daha da artacak. Özellikle de canavarın silah tedarikçisi bir savaş uçağıyla Gazze’ye uçarken, Beyaz Saray’daki efendisinin “yardım dağıtım merkezleri” sağlama bahanesiyle kurduğu tuzağı soğukkanlılıkla incelerken…
Ancak Donald Trump’ın Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff, keskin nişancılık, bombalama ya da aç bırakma operasyonlarının durmasına izin vermeyecektir. Gerçekten de, hiçbir Hollywood korku yazarı Gazze’deki sahneleri hayal edemezdi, ancak katliam canlı olarak yayınlanıyor ve dünyanın her köşesine ulaşıyor.
Witkoff, kurbanları suçlayan ve canavarı Gazze halkını yutmaya devam etmesi için ihtiyaç duyduğu şeylerle besleyen Ölüm Elçisi’dir. O Arap başkentlerinde özgürce dolaşırken, bizler sadece seyirciyiz, güçsüzlükten felç olmuş durumdayız, hükümetlerimiz ise sadece iktidarı kaybetme korkusuyla yönetiliyor.
Bundan önce, uluslararası toplumdaki büyük güçlerin New York’ta “bir Filistin devletinin” tanınmasını görüşmek üzere bir araya geldiğini hayal etmek zor. Canavar, Gazze’deki bir dizi İsrail askeri terör saldırısı ve işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki yerleşimci terör saldırılarıyla “devletini” oluşturmak için toprağı yutmaya devam ederken bile.
Elbette canavarın Beyaz Saray’daki bekçisi New York’ta yapılan açıklamayı açıkça reddediyor: Filistin halkının kaderini belirleme yetkisi yalnızca canavara verilmiş durumda.
Karanlığın içindeki ışık
Bu karanlık bir tablo, ancak yine de bazı umut ışıkları var. Beyaz Saray’daki derebeyi bu pırıltıları yok etme çabalarında giderek daha da çılgına dönerken, umut ışıkları parlamaya devam ediyor. Avrupa’nın değişen tutumundan, dünya genelinde Filistin’e yönelik halk desteği dalgasının gücüne kadar, Filistin artık uzaktaki bir halkın uzak bir sorunu değil, kitleler tarafından benimsenen bir mesele.
Bu, şimdiye kadar medya yalanları ve güç mantığına boyun eğme nedeniyle vizyonu bulanıklaşmış olan dünyanın kolektif ruhunda kalan insanlığın bir yankısı.
Açlıktan ölenlerin iniltileri ve ölenlerin çığlıkları devam ederken Filistin mücadelesinin önünü aydınlatabilecek olan işte bu ışık kaynağı.
Sözde “kardeş” ve komşu devletler bile canavarla normalleşmek için yarışırken açlık ve ölüm nasıl devam etmesin ki? İsrail’i kucaklamak için çırpınıyor ve Filistin halkını kendi topraklarında bir toplama kampına atmasının meşruiyetini kabul ediyorlar. Bu doğrultuda, büyük hapishanenin kapılarını zorlayarak açmak yerine, havadan yiyecek paketleri atma oyununda canavarla iş birliği yapıyorlar.
Direnmemek ve ölüm
Gazze’ye ulaşan herhangi bir yardımın faydasız olduğunu iddia etmiyorum, ancak ölüm makinesinin sorunsuz çalışmaya devam etmesi, canavarın diktalarına teslim olmamızla yağlanıyor ve kolaylaşıyor, niyetimiz ya da hayallerimiz ne olursa olsun bizi onun suçuna ortak ediyor. Çünkü bu devletler en az direnişi içeren yolun refaha giden yol olduğuna inanıyor, ancak bu tür bir geleceğin Gazze’nin çocuklarının cesetleri üzerinden gerçekleşemeyeceğini unutuyorlar.
Yüz binlerce kişi Avrupa ve Latin Amerika’daki şehirlerin sokaklarında ve hatta ABD’nin kalbinde “Yaşasın Filistin” ve “Ben Filistinliyim” sloganları atarak yürürken, Arap başkentlerinde bu tür protestolar yasaklanmış durumda. Bazı Arap ülkelerinde Filistin bayrağı asmak bile cezalandırılıyor.
Arap kültür ve müzik festivallerinde Filistin’in adı bile geçmez oldu ve dayanışma gösteren sanatçılar bunun bedelini ödüyor.
Arap ülkeleri ışığın sönmesine katkıda bulunuyorlar çünkü kendilerini devirmek isteyen (ya da yeterince güçlü) bir muhalefet olmamasına rağmen kendi toplumları içinde değişim ateşini tutuşturmaktan korkuyorlar. Bu devletler sadece Washington’a hesap verirler, halklarına değil.
Bir Arap vatanı hayali
Gazze’nin gururlu halkı, kendilerini çevreleyen Arap topraklarında her geçen gün muazzam bir zenginlik birikirken, hayatta kalabilmeleri için kendilerine fon aktarılmasını talep eden umutsuz mesajlar gönderiyor. Suç ortaklığı ve eylemsizlikle geçen 22 ayın ardından, büyük vatanlarının -Arap dünyasının- bir yanılsamadan ibaret olduğu onlar için çok açık.
Bir gün hepimiz hesap vereceğiz. Gazze’deki bir çocuğun hayatını kurtarmak için servetlerinin bir kuruşunu bile kaybetmekten korkanlar ve dünyaya “İsrail’i seven medeni insanlar” olduklarını kanıtlamak için yanıp tutuşanlar, hatta İsrail’in suç teşkil eden vahşetini “haklı çıkarmak” için bahaneler listesini papağan gibi tekrarlayanlar, eylemlerinden dolayı hesap vermeyi hak ediyorlar.
Harekete geçmediğimiz sürece mevcut gerçekliğimizden kaçış yok. Bazı medya uzmanları ve politikacıların uyanması için 60 binden fazla Filistinlinin öldürülmesi gerekti, daha kaç tanesine ihtiyacımız var? Şu anda sahip olduğumuz fırsatı heba etmemek için kendimizle yüzleşmeliyiz. Dünyada bir değişim yaşanıyor – bu inkar edilemez – ve sessiz kalmayı göze alamayız.
Umudu yaymak
Elbette pek çok kişi ne yapmaları gerektiğini merak ediyor. Seçenekler zor ama umutsuzluğa kapılmamalıyız. Halihazırda çok şey yapan pek çok kişi var, o halde biz de onlara katılalım.
Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin çağrısına yanıt vermek bir yanıt ve önemli bir tarihsel taktik. Bağış gönderme ve farkındalığı yayma faaliyetlerine katılmak da merkezi bir öneme sahip. Her gün karşılaştığımız en zor şeylerden birinin Filistin hakkında ya da Arap ülkeleri ve sorunları hakkında hiçbir şey bilmeyen, neler olup bittiğini anlamayan ve Filistin davasının uzmanları ve etkili savunucuları haline gelen dünya gençlerinden ilham almayan insanlar olduğu düşünüldüğünde bu kilit önem taşıyor.
Öte yandan, aşağılanmayı ya da teslimiyeti reddeden ve güç, cesaret, anlayış ve bilgiyle konuşan aktif bir nesil ortaya çıktı. Yolumuzun uzun olduğu doğru, ancak görevimiz umudu yaymaktır. Ne de olsa yenilgi, umudumuzu ve özgüvenimizi kaybetmemizden kaynaklanıyor ve kaderimiz belirlenirken teslim olma lüksümüz yok.
ABD ve İsrail’in ne yaptığı açık ve bunu saklamıyorlar. Bize bölgemizin artık İsrail’in nüfuz alanı olduğunu ve işlenen suçlara sessiz kalmaktan, Hz. Yusuf’un kardeşleri gibi davranmaktan başka çaremiz olmadığını ve kolektif kurtuluşumuzun boyun eğmemiz ve itaat etmemizden geçtiğini söylüyorlar. Ancak bunu yaparak, varlığını ve devamlılığını bizi ortadan kaldırmakta gören ve buna göre hareket eden canavarın iştahını kabartıyoruz.